9 Mayıs 2012 Çarşamba

Öğrenciler vasatın üstüne çıkmalı




İstanbul Aydın Üniversitesi’nde International Marketing öğrencilerime hem ders anlatıyor, hem hayali şirket kurduruyorum ve grup çalışması yapmalarını sağlıyorum. İş dünyasından konuşmacılar davet ediyorum. Geçen hafta hizmet sektöründe faaliyet gösteren ve Türkiye’de şoförlü araç temininde pazar lideri, Avrupa’da ise ilk üçte yer alan Orijinal firmasının ortağı Murat Şahin’i davet ettim. Dolayısıyla klasik anlamda sınav yapmayı da sevmiyorum. 70’i aşan öğrencime bir Türk veya yabancı markayı seçmesini ve ekip olarak pazarlama stratejisini, rekabeti,misyonu,vizyonu ve tecrübeleri anlatması ödevini verdim. Ekip çalışması yapacaklardı. Bu hafta sunumları izlemeye başladım.

İş hayatında gerçekten yükselip, önemli konumlara gelecek kişilerle hayatı boyunca vasat kalacak kişiler o kadar belli oluyor ki! Sunum yapan bir öğrencim, takım elbise giymiş, hazırladığı ödevi çalışmış, tüm sorulara yanıt verebiliyor, bize ilginç reklam ve filmler izletebiliyor. Başka bir öğrenci ise ekip arkadaşlarının üstüne ödevi yıkarak, hiç hazırlanmadan, hazırladığı ödevde ne olduğunu dahi bilmeden başlıyor, kağıttan okumaya. Bir başkası ise biraz kağıttan okuyor biraz da anlatım yapıyor, örnekler veriyor, tam kıvamında. Sınıfta bir uğultu ve her seferinde sınıftaki öğrencileri sunum yapan arkadaşlarına karşı saygılı olmaya davet ediyorum.

Öğrencilerime değer veriyorum. Onlarla bildiğim her konuyu paylaşıyorum.Hepsi ülkemize seçtikleri sektörlerde çalışarak, hizmet edecekler. Kimisi tanınmış bir işadamı olacak, kimisi de bir yönetici. En üzüldüğüm konu ise genel kültürün çok zayıf olması. Gazete okumuyorlar. 80 darbesinden, 28 Şubat’tan, köşe yazarlarından haberleri yok. Kitap hiç okumuyorlar. Ben pazarlamada da çok doğru olan 80-20 kuralına çok inanırım. 70 kişilik sınıfın yüzde 20’si olan 14 kişinin çok parlak olduğunu ve saygın yerlere gelebileceğini görüyorum. Gerisi ise ne yazık ki vasat kalıyor. Onlara okumalarını,seyahat etmelerini, boş zamanlarında çalışmalarını, çevrelerindeki herkese saygılı olmalarını öğretmeye çalışıyorum.

Sınıfa gelen öğrencilerin çoğunda kalem,kağıt,defter yok. Hepsi internet ve telefonlarla tuşlamaya alışmış. Yazmak tarihe karışıyor. En çalışkan, en iyi not alan arkadaşından defteri alıp, tüm sene derslere katılmayıp, sınava girmek sadece kendini kandırmak. Ders başladıktan 20 dakika,yarım saat sonra bile bir kafeye girer gibi sınıfa girip, özür dilememeyi üstün bir özellik sanmak çok üzücü. Tabii eğitimin bir kısmını okul, esaslı kısmını ise aile verir. İşte ailenin disiplinli eğitiminden mahrum kalmış herkes için gerçekten kendilerini eğitmelerini ve yetiştirmelerini tavsiye ediyorum. Yıllar önce Sabah Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Erdal Şafak’ın Fransızcayı kimsenin yardımını almadan kitaptan ve tamamen kendi kendine öğrendiğini duyup şaşırmıştım. İnsan herşeyi öğrenebilir, yeter ki azmetsin. Olanaksızlıklar yüzünden aileyi suçlamak en kolayı.İşyeri geç gelmeyi,az çalışmayı asla kabul etmez, hemen işten atıverir. İşte okulda öğrenemeyenler ve kendini yetiştiremeyenler iş hayatı tarafından ,fakat üzücü ve acı bir şekilde terbiye edilecekler. Keşke bunlara hiç gerek kalmasa...
Bu yazı İzmir Gözlem Gazetesinde    2012.05.04      Tarihinde Yayınlanmıştır. 
http://www.gozlemgazetesi.com/yazarlar/nurdan-tumbek/897-ogrenciler-vasatin-ustune-cikmali.html

10 Nisan 2012 Salı

Türkiye batıda nasıl algılanıyor?


Öğretim üyesi olduğum İstanbul Aydın Üniversitesi'nin Siyaset Akademisi Direktörü Banu Dalaman, Johns Hopkins işbirliği ile düzenlenen konferanstan bahsedince koşarak gittim. Konu Türkiye'nin Batıda nasıl algılandığı ile ilgili idi. Prof. Dr. Metin Ger sunumunda karikatürlere dayanarak, Türkiye'nin Batı'da algılanmasını çok farklı şekilde anlattı. Karikatürler toplumun başka bir toplum, ülke, kişi hakkında düşündüklerini dolaysız, etkilenmeden anlatan sanat eserleri. Bize sunumunda gösterdiği onlarca sunumdan Türklerin karikatürlerde hep bıyıklı, kötü giyimli, cahil, paragöz olarak gösterildigini gördük. Johns Hopkins Üniversitesi öğretim üyeleri ise karikatürlerin sadece başka ülkelerin toplumları hakkındaki algıları değil, aynı zamanda kendi toplumlarındaki kişileri, kurumları, olayları ve siyasileri de eleştirebildiklerini, Türkiye'nin Batıda Metin Ger'in bize sunduğu karikatürlerdeki gibi algılandığı gibi bir sonuç çıkarılamayacağını iletti.
Ayrıca CHP Bursa Milletvekili Aykan Erdemir ise Türkiye'nin Batıda algılanışında istatistiklerin çok büyük önem taşıdığını ve özellikle kadının iyi gücünde, siyasette, eğitimde dünya sıralamasında incelendiğinde daima 80. ve daha aşağılarda yer aldığını, dolayısıyla Türkiye'nin istediğimiz gibi algılanmasının zor olduğunu söyledi.
Yıllardır Türkiye'nin Batı'da algılama yönetimini neden başarıyla yapamadığımızı düşünür dururum. Her dernek bir iletişim ve tanıtım grubu kurar, fakat bir türlü Türkiye'nin enerjik, dinamik yapısını, kültürel zenginliğini anlatabilecek iletişim stratejisi çıkmaz. Allahtan Türk dizileri başarıları ile Türkiye'yi bir nebze Batıda ve Doğuda tanıtmaya ve Türkiye'yi ve insanlarımızı sevdirmeye başladi. Sağ ol Kanal D, Star, Halit Ergenç, Kıvanç Tatlıtuğ ve niceleri....
Bu yazı İzmir Gözlem Gazetesinde  2012.04.06   Tarihinde Yayınlanmıştır. 
link: http://www.gozlemgazetesi.com/yazarlar/nurdan-tumbek/803-turkiye-batida-nasil-algilaniyor.html

3 Nisan 2012 Salı

Sinema dünyayı insanın ayağına getirir..

Nurdan Tümbek Tekeoğlu 2012.04.03  İzmir Gözlem Gazetesi   
TÜRSAK, Engin Yiğitgil başkanlığında 20 yıla yakın bir süredir toplumu sinemaya ısındırmak için festivaller, kısa film yarışmaları, yurtdışında Türkiye'yi ve sinemasını anlatan film haftaları düzenliyor. Engin Yiğitgil, 20 yıl önce işadamlığını, inşaat firmasını bırakıp, hobisi olan sinemayı ve film dünyasını kendine iş ediniyor. Metro'da yönetici iken TÜRSAK Vakfı ile üniversite gençlerine yönelik kısa film yarışmaları başlatmış, birinci olan öğrencileri New York Film Akademisi'ne yaz okuluna göndermiştik. Şu anda da TÜRSAK, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nın desteğiyle her sene gençlere yönelik kısa film yarışması düzenliyor ve kazanan 20 genci ödüllendiriyor. Bu sene 270 proje müracaat etmiş.
   29 Mart akşamı saat 20:00'de ödül töreni vardı. Muhteşem Yüzyıl'ın Hatice Sultanı, Selma Ergeç'in sunduğu organizasyonda kimler yoktu ki.. Zeki Demirkubuz, Rıza Kocaoğlu, Toprak Sağlam, Hülya Koçyiğit, Türker İnanoğlu, İzzet Günay, Fono Film'den Cemal Bey, Uğur İsbak ve daha kimler kimler.. Pırıl pırıl gençler bu organizasyon sayesinde seslerini duyurma ve projelerini gerçekleştirme fırsatı bulabildiler. TÜRSAK Küba'dan tutun Kiev'e, Çin'e, İsviçre'ye ve aklıma gelmeyen bir çok şehir ve ülkeye gidiyor ve bu ülkelerde Türk Film Haftası düzenleyerek, Türk kültürünü dünyaya tanıtıyor. Bu arada senaryosu olan yönetmenlere akıl veriyor, destek oluyor. Engin Yiğitgil, TÜRSAK; TÜRSAK, Engin Yiğitgil demek. AB Bakanı Egemen Bağış, Kültür Bakanı Ertuğrul Günay vakfı mütevazi de olsa bütçeleri ile destekliyor. Sinema neden önemli? Dünyanın dört bir yanına gidip, yüzlerce ülkeyi, kültürlerini, insanlarını tanıma fırsatımız olmayabilir fakat TÜRSAK'ın organizasyonları ile Randevu İstanbul gibi festivalleri ile yüzlerce film Türkiye'ye geliyor ve insanlar bu ülkelere gitmeden filmleri seyrederek, filmlerde bu kültürleri, sevinçlerini, üzüntülerini, toplumsal sorunlarını anlama fırsatı buluyor. İyi ki varsın TÜRSAK, iyi ki varsın sinema!..
Bu yazı İzmir Gözlem Gazetesinde 03.04.2012 Tarihinde Yayınlanmıştır. link:http://www.gozlemgazetesi.com/yazarlar/nurdan-tumbek/796-sinema-dunyayi-insanin-ayagina-getirir.html

23 Mart 2012 Cuma

Mutluluk, Pazarlama, Başarı

Yıllar önce zevkle yazılarımı sunduğum Gözlem Gazetesi okuyucuları ile tekrar buluşmak benim için büyük mutluluk. Hazır mutluluk kelimesini kullanmışken mutluluğun başarımız üzerindeki etkisini paylaşmak isterim sizlerle. Harvard Business Dergisi'nin Ocak-Subat sayısında bir işyerinde çalışanların mutluluğunun seviyesinin başarıya çok büyük etkisinin olduğu ve bunun da iirketin cirosuna,karına müthiş etkisi olduğu saptanmış. Bir araştırma firması sahibi yaklaşık 20.000 kişinin cep telefonları üzerine yüklediği bir web aplikasyonu ile çeşitli soruların yanıtlanmasını isteyerek, işyerinde mutluluğu ölçümlemis. Bu istatistikleri elde etmesi yıllar sürmüş. Home Depot'a yıllarca önce getirilen yeni bir CEO, kar edeceğim diye bir sürü elemanı işten çıkarmış. Kar kısa zamanda yükselmiş, fakat uzun vadede mağazalarda eleman azaldığından ve müşteri şikayetleri çığ gibi büyüdüğünden kar düşmeye başlamış ve sonunda CEO atılmış.

Bu aralar Isaacson'un yazdığı Steve Jobs isimli kitabı okuyorum. Steve Jobs agresif bir yönetici ve patron, fakat çalışanını, hak edeni inanılmaz şekilde motive eden ve hayranlık uyandırıcı bir kişilik yapısı var. Dolayısıyla da iflasın eşiğine gelmiş olan Apple şirketini kurtararak, çağımızda devrim yaratan ürünlere imza atıyor.

İstanbul Aydın Üniversitesi'nde uluslararası pazarlama ve pazarlama yönetimi dersleri veriyorum. Neredeyse yarısı yabancı olan ve Ersamus ile Türkiye'de bir yıl okumaya gelmis öğrencilerimle pazarlama bilgilerimi paylaşıyorum. İyi bir pazarlamacı olabilmek için müşterinin neyi, ne zaman ve niçin satın aldığını analiz edebilmek ve doğru ürün ve hizmet tasarımı için karar verip, başarıya imza atabilmek lazım. Bu açıdan pazarlamacının işyerinde mutlu ve huzurlu olması gerekiyor. Mutsuz, enerjisini kaybetmiş,huzursuz insanlarla hiçbir yere varılmaz.

Özetleyecek olursak eğer başarılı bir pazarlama yönetimi arzu ediliyorsa işverene düşen, başarılı, motive edici ve çalışanlarının tıpkı Jobs'un yaptığı gibi kararlara katılımını motive edici bir işyeri dizayn etmesidir. Mutlu ve başarılı bir hafta temennisiyle....
Yazım, 2012.03.22  10:03:42 Tarihinde İzmir Gözlem Gazetesinde yayınlanmıştır. http://www.gozlemgazetesi.com/yazarlar/nurdan-tumbek/760-mutluluk-pazarlama-basari.html

10 Mart 2012 Cumartesi

8 Mart dünya kadınlar günü ustalara saygi paneli'ne katıldım.

 8 Mart dünya kadınlar günü nedeniyle Faruk Suyun’un organize ettigi  Besiktaş Belediyesi Ustalara Saygı paneli’ne davet edildim.


5 Şubat 2012 Pazar

Mutluluk Artık Bilimin Araştırma Konusu Oldu…

Nurdan TÜMBEK TEKEOĞLU / PERAKENDE
Harvard Business Review’in bu ayki sayısı çok ilgimi çekti, zira kapak konusu mutluluk ve mutlu çalışanların, şirket karını nasıl arttırdığı ile ilgili. Şu sıralar gazetelerde ve dergilerde hep mutlu olmak için 12 neden, mutsuz olmanın 20 sebebi türünden bir sürü makale okuyoruz. Mutluluğun bilimsel olarak nasıl değerlendirildiğine ve ölçümlendiğine dair bulguları okuyabilmek için dergiyi hemen kaptım ve sizinle makalelerden bazı alıntıları paylaşmaya karar verdim.
Harvard’da psikoloji üzerine ders veren Prof. Dr. Daniel Gilbert’e göre mutluluk hepimizce malum zengin olmak, aşık olmak, güzel bir ev sahibi olmak, başarılı olmak gibi belli başlı nedenlere değil, her gün hoşumuza giden nar gibi kızarmış bir patates kızartması atıştırmak, sevdiğimiz bir iş arkadaşımızla öğle molasında yarım saat keyifli bir sohbet, yürürken ayağımızda bizi sıkmayan rahat ayakkabılar olması gibi onlarca ufak ve sevindirici durumun biraraya gelmesi ile ortaya çıkıyor.
Mutluluk artık resmen ölçümleniyor
Matthew Killingsworth akıllı telefonlara yüklediği özel bir web uygulaması ile 83 ülkede 15 bin kişiye belirli aralıklarla keyif ve mutluluk durumlarını çok kötüden çok iyiye kadar giden bir ölçekte belirtmesini istemiş. O anda ne yaptıkları, nasıl bir ortamda ve çevrede bulundukları, sosyal hayatları, uyku durumu ve verimlilik seviyeleri de sorulan sorular arasında. 2009′dan beri milyonlarca bilgiyi toplayan Killingsworth, dünyanın en büyük mutluluk verisi altyapısına sahip olduğunu düşünüyor.
Çalışanların yüzde 50′sinin aklı işte değil
Bu verilerden çalışanların yüzde 50′sinin aklının bambaşka dünyalarda gezindiği ve işine konsantre olamadığı ortaya çıkıyor. Böyle işyerlerinde de verimlilik doğal olarak düşüyor. Araştırma, çalışanların mutluluk durumlarının bir çalışma gününün çeşitli dilimlerinde değişebileceğini ve büyük farklılıklar gösterebileceğini ortaya çıkarmış. Yüksek bir maaş ve statüyle çalışmak gibi durumlar çalışanın mutlu olup, daha verimli çalışmasını sağlayamayabiliyor. Bir departmanda çalışanların birbirleriyle olan etkileşimi, üzerinde çalışılan projeler, onların çalışmaya verdikleri katkı hissiyatı gibi dinamik değişkenler mutluluk seviyelerinin sürekli değişken olmasının en büyük nedenleri. Özetleyecek olursak, vücut ve aklın aynı yerde olması verimlilik için şart.
Mutluluk için en önemli etkenler
Araştırmalar göstermiş ki, bir insanın mutlu olması için en önemli etken dostlarının, arkadaşlarının olması ve tabii ki güçlü ve birbirine bağlı aile bireylerinin varlığı. Diğer bir etken de küçük, sıradan şeylerle mutlu olabilme yeteneği. Diğer bir etken, başımıza gelen her türlü travma ve üzücü olaydan bir şeyler öğrenebilmiş olarak çıkmak ve bunları zengin deneyim olarak değerlendirerek, mutlu olmak. Zira en üzücü olayların etkisinin bile üç aydan fazla sürmediği ispatlanmış. Yaralarını sarıp, hemen yola devam etme esnekliğine sahip insanlar. Tabii ki mutlu çalışan insanlara sahip olmak için liderlerin, yöneticilerin çalışanlarına zor, fakat ulaşılabilen hedefler sunması azami derecede önemli.

AVM ve Sinema Vazgeçilmez İkili

Nurdan TÜMBEK TEKEOĞLU / PERAKENDE
Geçenlerde Bengü Bilik’in davetiyle AYD’nin düzenlediği 3′üncü Algı Konferansı’na katıldık. Paco Underhill her zamanki gibi çarpıcı saptamalarda bulundu. Krizde çiftlerin bütçeyi kontrol etme adına birlikte alışverişe çıkması, kadınların daha fazla vakit geçirdiği alışveriş merkezlerinde tuvaletlerin temiz olmaması, erkeklerin her gün iş kaybetme korkusu ile yaşaması, kadınların iyi kazanan ve hanede karar verici konuma geçmeleri aslında hep bildiğimiz, fakat bir uzman dile getirdiği zaman şaşırdığımız gerçekler.
Aslında AVM’ler işi olan, işsiz, parası olan, olmayan herkesi rengarenk vitrinleri, sıcacık atmosferi, sinemaları, restoranları, kafeleri, oyun alanları ile kendine çeken çekim merkezleri. Birbirinin aynı olan alışveriş merkezlerinin tasarım uzmanları ile artık farklılaştırılması zamanı geldi de geçiyor bile. Paco Underhill de bunu özellikle vurguluyor. AVM’lerin benim için özel bir anlamı var.1988 senesinde açılan Galleria’nın pazarlama ekibinde çalışıyordum. Türkiye’nin ilk alışveriş merkeziydi ve açılışta kilometrelerce kuyruk vardı. Tüm maaşımı zevkle burada harcıyordum. Galleria’da gezerken ne dert ne tasa kalıyordu. Sanırım ilk Pizza Hut, ilk bowling salonu, ilk çok katlı mağaza olan Printemps ve daha birçok ilk burada karşımıza çıkıyordu.
AVM’lerin en çekici yanı sinemaları. İstiklal caddesindeki harika sinemaların yerini dolduramasa da konforlu koltukları, sıcak atmosferi ile bazen kaçış mekanlarımız. Geçenlerde TÜRSAK Başkanı Engin Yiğitgil ile bir sohbet esnasında Türkiye’de seyirci sayısının 3.5 milyon civarında olduğunu, Yunanistan, Almanya ve Fransa’da ise 20 katı olduğunu öğrendik. Daha gidecek çok yolumuz var. Rotaryenlerin gazeteciler günü için geçen hafta düzenlediği ve Ali Saydam’ın yönettiği panelde nüfusun sadece yüzde 11′inin üniversite mezunu olduğunu öğrendim. Ben yüzde 20 civarında zannediyordum. Sinemaya gitmek, film seyretmek biraz da eğitim, kültür işi. Eğitim seviyemizi yukarıya çektikçe sinemaya da ilgi artacaktır diye düşünüyorum. Aslında dünyayı, çeşitli ülkeleri, farklı kültürleri tanımak için buralara gitmeniz gerekmiyor. Sinema en aklınıza gelmeyecek ülkeleri, kültürlerini, yaşam biçimlerini, sorunlarını, sevinçlerini, üzüntülerini, toplumsal çalkantılarını ayağınıza kadar getiriyor. Sadece 10 TL ödeyip, bir film seyredebilir ve inanılmaz bir şekilde zenginleşmiş olarak çıkabilirsiniz.
Dileğimiz, farklılaşmış AVM’lerin ve sinema sayısının artması.

17 Ocak 2012 Salı

Perakende Çağı Dergisi Röportajım

Bir mağaza sadece alışveriş yapılan bir yer değildir

Bunu söyleyen Apple firmasının perakendeden sorumlu başkan yardımcılığından ayrılarak, J.C.Penney'e CEO olarak geçen Ron Johnson. Röportajını Capital Dergisi'nin Ocak sayısında okudum. Tüm perakendecilere tavsiye ederim. Ben de mağazaların sadece ürün satan yerler olmaktan çıkıp, ilişki kuran, sorun çözen, güven veren, satın alınmak istenen ürünün denenmesine hatta Apple mağazalarında olduğu gibi tüketicinin eğitilmesi gereken yerler olması gerektiğine inanıyorum. İşte tüm bunlara da değer yaratmak deniyor. Ürün satmanın yanında değer sunan mağazalar... Her mağaza aşağı yukarı aynı ithal ürünleri, birbirine yakın fiyatlara ve aynı ortamda satışa sunuyor. Peki, özellikle büyük mağazalar birbirinin aynı ise müşteri sadakatini nasıl yaratacaksınız? Biz neden oraya gidelim? Köşemde zaman zaman iyi ve kötü mağazacılık ile ilgili örnekler sunmaya çalışıyorum. Burada amacım bazı markaları, mağazaları öne çıkarıp, bazılarını yermek değil. Mağazaların çoğu açısından "Nasıl daha çok şey satabiliriz" ile özetlenebilecek "alışverişçi mantık" tan, "değer yaratıcı bir akıl seti"ne geçiş için eksiksiz bir gözden geçirme süreci gerekir demiş Johnson. Bence, yerden göğe haklı.

Bauhaus ve Arçelik'e teşekkürler...

Marmara Forum'daki Bauhaus'tan bir kütüphane satın almak istedim. Fakat bir an durakladım, çünkü o kütüphanenin parçalarını eve getirince, birleştirmekte zorlanacağımı biliyordum. Kutunun içindeki kılavuzdan parçaların nasıl bir araya getirileceğini anlayabilmeniz için mimar ya da mühendis olmalısınız. Satış elemanı tereddütümü gördü ve teşhir ürününü yani kütüphanenin kendisini gördüğüm haliyle satın almak istediğimi dile getirince hemen kabul etti ve bana hem kasaya hem de arabaya taşımaya yardım etti. Aynı şey Arçelik'te oldu. Yeşilköy'deki bayiden elektrik süpürgesi satın alacaktım ve hortumlarıyla, torbalarıyla uğraşmak istemiyordum. Hemen derdimi anlayıp, torba kullanımına gerek olmayan ve monte edilmesi en kolay elektrik süpürgesini bana nasıl monte edildiğini, çalıştığını anlatarak hızlı bir şekilde satabildiler. İşte müşterinin ruhunu anlayabilmek, onu eğitmek, ihtiyacını hemen kavrayabilmek, artık mağazalarda aranan bu değerler, özellikler.

Müşteriyi adım adım takip eden satış elemanları

Defalarca başıma geldi. Halen geliyor. Bir hazır giyim mağazasına giriyor ve bir etek beğenip, elinize alır almaz, bir satış elemanı size yapışıveriyor ve ürünü kasaya bırakabileceğini söylüyor. Sanki eliniz yok, sanki taşımaktan acizsiniz. Oysa sizin o eteği elinizde tutmanızın nedeni belki ona uygun renkte bir ceket ya da gömlek bulabilmek. Ya da daha mağaza kapısından girer girmez ne istersiniz diye soran satış elemanları. Hemen terk edersiniz o mağazayı. Johnson'a katılıyorum. Mağazalarda çalışacak elemanları işe başlamadan önce 7-8 kez mülakat ile anlamak, tanımak lazım. Zaten zor olan ve alışverişle renklendirmek istediğimiz hayatımızı satış elemanları kabusa çevirebilir.

Mağazacılık değer yaratabilecek çözümler bulabilirse, internetteki çığ gibi büyüyen alışveriş sitelerine rağmen zirvedeki konumunu devam ettirebilecek. Eğer bulamazsa işimiz zor.

Tercih edilen bir yönetici olmak istiyorsanız

Tercih edilen bir yönetici olmak istiyorsanız, önce kendi isminizin markasını yaratacaksınız.Kendi markanızı yaratmak için kendi blogunuz olmalı. Kendi algılama yönetimini planlamanız ve gerçekleştirmeniz gerekli. Konferanslara katılmalı, bir mecrada yazmalı, derneklere üye olmalı ve sürekli çalışmalısınız.

Yüz yüze iletişim

Ben yüz yüze iletişime inanıyorum. Özellikle satış ve pazarlamada çok önemli. Mailler üzerinden gelen veya telefonla basma kalıp tekrarlanan satış cümleleri kimseyi satışa götürmez. Karşınızdakinin gözlerine bakarak, sadece satacağınız ürün veya hizmetten değil, hayata dair çeşitli konulardan konuşarak geliştirilen dostluklar satışın dışında size inanılmaz kazanımlar getirir. Satış ve pazarlamanın çeşitli alanlarında çalışmış bir profesyonel olarak tavsiyem önce dostluk kazanmanız, satış sonra gelir. Her gününüzü en az bir kişiyi tanıyarak geçirin. Uzmanlar satışta aktif çalışan insanların konferans ve benzeri faaliyetlerde en az 50 kişinin kartvizitini toplamış ve onlarla tanışmış olarak dönmeleri gerektiğini söylüyor. İşte toplanan bu kartvizitler yeni ziyaretler yapmaya ve dostluklar geliştirmeye müsait faaliyetler.Size dostluklar kazanabileceğiniz harika bir hafta diliyorum